Eyy bu ümmetin genç öğretmenleri, öncelikle sizlerin öğretmenler gününüzü kutluyorum. Ama bu kutlamamı sıradan bir 24 kasım/öğretmenler günü kutlaması olarak görmemenizi rica ediyorum. Bu kutlamamı takvim yapraklarının ücra bir köşesine atılmış, sıra kendisine gelince afaki birer cümlelerle geçiştirilen bir şey kesinlikle değildir.
Çünkü sizin üzerinizdeki bu görev, zaman ve mekanla sınırlanmış günlere bölünmüş bir atama gerçekleştikden sonra tescillenmiş bir görev değildir.
Sizler bu görevi zaman ve mekan yaratılmadan önce bezm-i elest de bu görevi üstünüze almış bulunmaktasınız. Bundan dolayıdır ki sen eyy öğretmenim atanmış öğretmen değil ismi levh-i mahfuzda bulunan yazılmış bir öğretmensin.
Peki ya eyy öğretmenim senin bu görevin öteler ötesinde tescillenmiş onaylanmış uygun görünmüş bir sorumluluk olduğu halde senin kendini öğretmen görüp görmemen birilerin seni bir yere atayıp atamamasına göre mi değişkenlik gösteriyor. Seni Allah atamış bu yeterli bir şey olmuyor mu.
Tabi sende haklısın eğitim diplomasına sahip olan her kişinin öğretmen sanıldığı, okulda koltuk kapma yarışmasında kendine bir yer edinen, midesinin hizmetkarı, talebelerinin tüccarı, asıl önemli görevinin talebe eğitmekden ziyade maaşına yansıyacak primleri hesabı için mücadele eden herkesin öğretmen sayıldığı bu dünyada sende haklısın. Ama şunu unutma ki öğretmenim, onlar atanmış öğretmen sen ise yazılmış öğretmensin ahh keşke meleklerin ve diğer canlıların sesini duyabilseydik senin için ne kadar dua ettiklerini bağışlanma dilediklerini...
Peki ya bu yazılmış öğretmen kimdir ?
Büyük iskenderin hocası Aristoteles için söylediği bir söz vardır. " Babam beni gökden yere indirdi, Hocam beni yerden göğe yükseltti".
İşte öğretmen denilen kişi karşısındaki çocuklarını/öğrencilerini yerden göğe yükselten kişidir.
Onları öteler ötesinden haberdar eden hakikat aşkıyla tutuşturan ve hakikati önlerine sunan kişidir.
Evet bende biliyorum ki şu çağımızın çağdaş hurafeler çöplüğüne döndüğü bu zamanda 'kardeş sen ne diyorsun din dersi mi veriyoruz, bizler matematik , tarih, coğrafya veyahut teknik öğretmeniz' diyebilirsiniz. Dedim ya zaman ve mekan şu an bizim elimizde değildir yani müslümanların şekillendirdiği bir dünya değildir bunu içindir ki bizler sadece sunulan şeyleri anlamaya bırakılmış insanlarız şu zamanda.
Bu çağın kavramlarıyla bu zamanı anlayamayız. Çünkü bizler şuan tarih yapan bir millet olmaktan çıkmış bulunmaktayız sadece tarih de tatil yapıyoruz. 200 yıl önce bizim tarih yaptığımız çağda bunlar kolaylıkla anlaşılabiliyordu ama şuan başkaların yaptığı tarihde sadece sürüklenmiş biri olarak matematikle nasıl hakikata kavuşulur bunun anlayabilme kudretine sahip değiliz. Onun için yukarıda bahsettiğim matematik öğretmeninin ve diğerlerinin öğrencilerini hakikate kavuşturma sözünü din öğretmenimiyiz tepkisi vermiş olmanız bundan ileri gelmektedir. Zihinlerimiz çağdaş hurafeler çöğlüğüne dönmüş bulunmaktadır.
Atanmış öğretmen değilde yazılmış bir öğretmenin matematikle hakkı, hakikati nasıl bulduklarını bunun sırrını nasıl çözdüklerini bilim tarihi kitabından kısa bir alıntı vereyim.
O alıntı şudur ki ; "Sıfırı yokluk olarak ifade ettiler veya başka deyişle yokluğu sıfırla sembolize ettiler. Bir'i, Mutlak varlık olan Allah'ın sembolü olarak kullandılar. Nasıl bir bütün sayıların esası veya bütün sayılar birin çok sayıda tekrarı ise varlığa çokluk olarak baktılar ve varlığı bir olan Allah'ın çok sayıda tecellisi olarak gördüler. "
bunun yanında Necip Fazıl'ın da şiirini hatırlayalım;
" Sayılar yalnız Bir’in kendi dalgalanışı
Sayılar kemiyetin keyfiyeti anışı "
ve daha niceleri...
bu örnekler sadece matematik öğretmenleri için geçerli birşey değildir. Tüm öğretmenler için hakikat yolculuğuna çıkabilme bir kapısı vardır.
Peki bu hakikat yolculuğuna nasıl çıkacağız, bunun cevabı için hemen Aliya İzzetbegovice bakalım; " Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için Gökyüzünün öğrencisi olmak lazım."
(Yazımız fazla uzamasın.)
Bu sözü derinlemesine tefekkür ederken bugün için sizlerden müsaade isteyelim yarın görüşmek üzere...
Comments